18 Kasım 2011 Cuma

Aşk üzerine...


Aslında bu sefer bildiğimz aşktan bahsetmeyeceğim. Bu yazıyı daha önce yazacaktım ama o zamanlar romanı bitirmemiştim ve sitede açılmamıştı. Bu zamana kadar bitirdim ve site açıldı.
Elif Şafak tüm dünyada kitapları çevrilen bir yazarımız. Daha önce hiç okumamıştım kitaplarını. Bir tatildeyken kuzenim Firarperest'i okuyordu,o hoşuma gitmişti ama almaya yanaşmıyordum. Kuşkusuz en çok konuşulan kitabı ''Aşk'' olmuştur. Geçen günlerde kitapçıları geziyordum aslında Serenad'ı (Zülfü Livaneli'nin kitabı) alacaktım ama o kalmamıştı. Benimde okuyacak kitabım kalmadığı için gri kapaklı Aşk'ı aldım. Geç kalınmış bir roman mıydı acaba diye düşünmeden alamıyorum kendimi. Bu kitap sanırım 2009 yılında çıktı. Aslında düşünüyorumda o zamanlar ergendim. Hayır herkes ergenlikten geçiyor işte benimde öyleydi. Bunalım,karmaşıklık,karanlık müzikler falan filan. O zamanlar hoşlandığım biri vardı. Eğer okusaydım belki gözüne daha çok girebilirmişim aslında. Çünkü o inançlı biriydi ve hatırlıyorum ben sınıfta kitap okurken kitap aralığımın üstünde Mevlana'nın sözü vardı,onu okumak için ayracı benden istemişti ama kitabı sevmeyebilirdim de. Geçmişe gidemeyeceğimize göre bu soruya yanıt aramak çok zor sanırım.
Neyse ben kitaba geçerim. Dediğim gibi ben bir erkek ve kadın arasında geçiyor sandım. Yani Ella için öyle ama Rumi,Şems ve farklı karakterlerin olduğunu bilmiyorum. Kırk kuralın en güzeli bana göre:
Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘Aman sakın kendini’ diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ‘bırak kendini, ko gitsin!’ Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Size bir şey itiraf edeyim. Benim din ile aram fazla iyi olmamıştır. Yani manevi yönüm pek ağır basmıyor. Ailemse gençlik zamanları olduğunu söylüyor. Öyledir belki. Din dersine bile 2 düşürmeyi başarmış biriyim ben. Bu kitabı okurken kendimi manevi yönden huzurlu hissettim her defasında. Zamanla belki daha da aşacağım. Kitap kendimi iyi hissettirdi bir nevi rehber gibi. Rumi ve Şems'in sözleri. Kimya'nın aşkı...Belki okumayanlar hala vardır. Bence okumalısınız.
Ve bu yazıyı yazarken alakasız ama Hande Yener-Kim Bilebilir Aşkı şarkısını dinliyordum.
Kim bilebilir aşkı
Aşktan ölene kadar
Sınırlarda yasatır inan
Kendi gidene kadar
Öyle aslında değil mi?

21 Eylül 2011 Çarşamba

Staja 2 sene mola ve tatil


Sonunda stajlardan kurtuldumm !! Ay yani kurtulmadım sadece 2 sene mola var ama herşeye değer. Haftanın 6 günü sabahın 7 sinde kalktığım-herkesin yattığı yani öğrencilerin - zamanlardan arta kalan dakikalarda depresyona girerek herkesi bunaltarak,kendimi pc'ye aşırı kaptırarak,izin gününde de 1 de kalkarak geçirdim.
Temmuz'da hele gitmiştim yani. Çevremdeki herkes bir anda tatile gitti lan. Oha dedim kaldım. Tamam bizim 2 haftalık izin hakkımız oluveriyor ama ama onu kullanırsan stajı geç bitiriyorsun yane onuda istemedim. Hatta 2 arkadaşım tatil yerinde buluştu ben stajım yüzünden bir yere gidememiştim. -bunu size hiç söylemedim ama depresyona girmiştim o da kendimle alakalıydı şimdi iyiyim merak etmeyin :) - Neyse ağlama kriziriydi falan atlattık.
29unda(ağustos) bitti yani. Şimdi gelelim güzel anlara (:
1 haftayı evde geçirdikten sonra bir pazartesi günü çıktım Antalya yollarına. Hava sıcak diye sadece 2 şort alıp evdeki bütün elbiseleri almakla büyük bir hata yaptığımı da çok iyi anladım. Şu yaşa geldim hala anneme danışmam gereken konular var onu anladım.
Neyse Kamilkoç'umla ve ablamla çıktım yola. Hayır pişman oldum çünkü Nilüferle 7 saatte giderken.bu koçumla 8 saatte gittik. Daral geldi yani. Neyse en sonunda indik terminale falan filan eve gittik.
İlk hafta çoğunluğu havuzda -yüzmek değil alışmaya çalışmakla-su buz gibi lan- geçirdim. Ha ilk gün rakı içmeye kalktım ama pek beceremedim o yorgunlukla olmadı.
Neyse sonraki hafta benim 7 yaşındaki kuzenimin arkadaşının d.günü partisine gittim. Ay pek bir hava bunlarda. Hatta kuzenimin sevgilisini(!) de gördüm. Pek bir yakışıklı.Kız zevkini biliyor. Sonra bir gün teyzemin arkadaşları geldi. Onunda 10 yaşında oğlu var. Karı-koca çok tatlılar.
Balkona Rakı masası kurdular,ben bu sefer içmemeye niyetliydim. Konu burçlardan açıldı muhabbet aktı. Tamda dolunay varken eniştem "Tamam benim ay burcum öküz" falan dedi. Bayağı sardı derken çapraz balkondan komşu seslendi. Elma Bey olsun. "Hacı komşu kabul eder misin?" Saate baktık gece 12. Eniştem eli mahkum "Tabii gel"dedi. Bir geldik,bu içmiş. Fena.
10 yaşındaki erkek çocuğu çağırıp prezervatif falan diyordu. Bir ara mutfağa girdik kahve yaptık,eniştem gelin balkonda oturunda çabucak gitsin adam dedi. Bizde oturcaz,şimdi Türk Kahvecisi benim evin. Yaptım...En son ben geçtim balkonda. Düzen şu: Elma Bey-boş sandalye-ablam. Yani oraya ben oturmak zorundayım. Mecbur geçtim,çekinerek. Düşünsenize dibinizde bir sarhoş. Bu Elma Bey'in vukuatları çokmuş meğer. Sarhoş gelmiş eve,eniştemde mecbur sabaha kadar içmişler. Sonra eve gitmiş,camları kırmış. Elini kesmiş. Eniştem hastaneye götürmüş. Orada hemşireye sarkmış. Zaten eşinden boşanmış biri,sorunlu yani. Neyse ben çekinerek oturunca teyzeme "Aaa benden çekiniyor" dedi ben sandalyeye tünemiştim çünkü. Düzgün oturup gülümsedim teyzem toparladı. "Canım o öyle zaten " falan ehehe. O geceyi öyle atlattık ertesi gün havuzdayım.
Bazı günler havuz akşam 10 a kadar açık ve 12:30 - 15:30 arası havuz kapalı oluyor. Saat 11 falan. Benden büyük kuzenim -22 yaşında- konuşuyoruz işte "Akşam havuzuna girsek mi" falan.
Ondan önce bir 9 yaşlarında esmer çocuk,birde onun yanında benim yaşımda çocuk. Esmer o da. Biz havuzdayken bir kulaç atmalar,bir balıklamalar. Sanarsınız olimpiyatlara hazırlanıyorlar. İşte biz çıktık şezlongtan havluyu aldık kuzenim önden gitti,bende arkasından giderken o 2 çocuk kenara yaklaştı. Küçük olan "Akşam havuzuna girecek misniz" diye sordu. Neden sordun dedim hiç merak ettim dedi. Yanındaki mal mal bakıyor. Belli olmaz dedi ve gittim zaten 2 gün boyunca giremedik havuza. Son günlerde tekrar karşılaştık havuzda. Biz güneşleniyorduk. Bu sefer ablamda vardı. Küçük kuzenim E beni ıslattı bende bir kez daha gireyim dedi. Bu sırada onlarda güneşlenirken,birden ben girince havuza girecekleri tuttu. Baktım arkamda kulaç atıyor,kenara yaklaşıp ablamlarla konuştum. " Ay K de burdaymış " falan. Neyse sonra çıktık,bir daha da karşılaşmadım.
3 gün önce eniştem,rakı masası kurdu gene. Bu sefer bende içicem dedim. Yarım duble içtim. İlk ciddi içişimdi. Eniştem incelikleri falan söylüyor. Tadını bastır yoksa zevki çıkmaz. Bende her yudumdan sonra tabağıma salatayı doldurdum. 4 kez doldu,boşaldı o tabak yani.
Sonra 15 yıllık viskinin tadına baktım,likör içtim. En çok hoşuma giden klasik hatun içkisi Malibu oldu.
Son gecemizde de ATS'yi izledik. 7 yaşındaki kuzenim filmin 20.dakikasında "aşk gerçekten tesadüfleri severmiş" dedi, sonunda da öyle bir ağladı ki bebeğim...İçim gitti.

Böyleydi işte bayağı eğlenceli oldu. Dün gece de geldik.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Ah burda olsan...Çok güzel ağlar.

Biliyor musun Cedric,hep kıskandım seni. 8 yaşında mutlu ve aşık olmanı. Özellikle dedeni. Çünkü...bana öyle destek olan bir dedem olmadı.
Zaman bugün durdu. Bir ölüm haberini almak bana hiç kolay gelmedi. Bunu Faceten öğrenmem tuhafta olsa. O öldü,gitti. Çok acı çekiyordu belli ki. Sabah otele gittiğimde kahvaltıda kimse yoktu. Sıkıntıdan face'e girdim. Hay ağzına edeyim Face.
Dayım "Babamı kaybettik yazmış." 4 saat önce. Önce bir geçtim,kaydırdım sayfayı sonra o yazanın dayım olduğunu farkettim. Babamı kaybettik...Dedem. Gitmişti. Direk annemi aradım. Ağladım,konuşamıyordum. "Anne...Doğru mu? " Annem şaşırdı. "Nereden duydun?" dedi. "Doğru mu...dedem." dedim kaldım. O kelimeyi ağzıma alamadım.
"Doğru ama ben size söylemeyecektim." dedi. Kapattım telefonu ağladım. Oteldekiler yardımcı oldu. Kafamda hep eski anılar döndü. Ama en iyi anlar şu son 2 seneydi. Bir geçen sene bir de doğum günümün olduğu ay.
Dedemi 8 senedir görmüyordum ve hasta diye görebildim sonunda. İnsanlar ya düğünde buluşuyor,ya da ölüm öncesinde.
O iyiydi fakat ben artık umudu kesmiştim. Herkes kesmişti. Bir gün herkes bu anı bekliyordu ama yine de ben şoka girmeden yapamadım.
Ne diyebilirim ki..Gittiğin yerde huzurlu ol.
Bu arada Cedric'in dedesine söylesem beni de kabul eder mi ki?

23 Nisan 2011 Cumartesi

Yeni Milli Eğitim Bakanı


Tüm sınavları atlatmış olarak ve bir günde 5 tane sınav olmuş biri olarak şu sıralar havalarda uçuyorum. Tabii bu hafta gene pazartesi sendromu var. Çünkü geçen hafta midem çok rahatsız olduğu için gidemedim okula. Rapor aldım. O günde uygulama sınavı vardı. Sigara böreği yapacaktım. Zaten midem fena,yağı falan görünce yani malumunuz çıkartırdım orada kesin. Her neyse,pazartesi bu börek yapılacak illa.
Bizim evde benim sevdiğim üç şey vardır; tatil,rapor,kar tatili. Raporlar genelde en kolay olanıdır ama bunu cici annem bir gıcık olur ki. Sevmez. Okula gidilecektir diyor da diyor. Sanarsın ki Milli Eğitim Bakanı. Hatta S.Çubukçu diyorum ondan. Şimdi onun kuralları,yani yönetmeliğini yazıyorum;
  • Okulda devamsızlık süresi 10 gündür. (Tüm bir seneyi kapsar)
  • Saçları açık olan direk disipline gider.
  • Yazılı günü gelmeyen rapor alsa da -ancak şizofren falansanız telafi edilir- 0 alır.
  • Kıyafeti eksik olan eve geri gönderilir.
  • Derste ders dinlenir.
  • Defter-kitap getirmeyenin ailesi aranır.
  • Toplam 15 gün raporlu olabilirsiniz. Rapor veli imzalı olmalıdır.
PS: Resim alakasızdır.

10 Nisan 2011 Pazar

JailBook


Şu günlerde internete çok bağlı hale gelen toplum arasında fazla internete girmeyince "Oha lan. Mal" gibi tepkilerle karşılaşmak çok doğal aslında. Çünkü onlar annelerinin karnındayken bir yerden darbe almış çocuklar.
Bir şeye bağlanmak kolaydır ama sorunda ordadır zaten bir türlü kopamazsın.
Teee 2008 de üye olmuşum ben şu Facebook'a. Dikkat edin Face demiyorum. Ne o lan? Kankim gibi -.-
O zamanlar ingilizceydi dili,değişik uygulamalar falan filan. Hoştu. Nokta. Sonra bu bir Türkçe oldu,nefret ettim.
Şimdi Facebook kullanıcılarını ayırıyorum ben böyle dörde beşe.
1) Nereye beleş oraya yerleş: 0.face çıktı çıkalı sürekli mobil takılmalar "Kankayla rakı-balık" tarzı post atmalar. Eğer Face olmasaydı havanı kime taacaktın sorarım ben sana
2) İçimdeki savaş aşkı: "Dünyadaki Tüm Türkler el ele. Listesiz gelme" El ele ne? El ele tutuşalım gelin çocuklar mı yapıyorsunuz hayır anlamadım. Bir de listesiz gelirsen dövecekler seni fena.
3) Ben artık bir çiftçiyim: Allah belasını versin şu oyunların. Hele şu Farmville midir nedir? İyi ki başlamadan sıkıcı olduğunu anlamışım. Ne o öyle bir saatte gireceksin çilek topla,yok inek besle, yok şu yok bu.
4) Yaralıyım,yalnızım: Sürekli isyankar sözler,sürekli L@NeT oLsuN'lar. 4-5 beğeni toplayanların sayfasıdır.
5) Aptal espriler; Saçma sapan şeyler yazıp eheheheu,ahahaha yapanlar.
6) Abazalar: Aslında bunun çok çeşidi var ama en komiğime giden sevdiği kıza yaranmak için (kızda aşk sözü paylaşıyorsa) o sözü tekrar eden veya beğenen, "offf bu çok koydu "yazanlar.
7) Siyasi Görüşçüler: Tuttuğu siyasi partinin her sözünü,her haltını paylaşıp yorum yapanlar.
8) Photoshop'un kemiklerini sızlatanlar: Bu unisextir. Yani kız da erkekte ps yapıp profil resmi yapar ve altına "damar" bir söz koyar. Yorumlarda bir o kadar tuhaftır; "bebeqim bu süpeR" "çoq haKlısn" falan filan.

İşte böyle. Peki ben hangi gruptayım? Ne grubu lan,ben sadece öyle gezinen 2 günde bir sevdiğim bir şarkı sözünü yazabildiğim bir yerdeyim. Grupmuş,hadi ordan. Beğenmeyin de beni. Arkadaş olarakta eklemeyin.
P.S: Bir de bunun filmini yapmışlar. Ne kadar saçma bir toplumuz,ne kadar.


21 Mart 2011 Pazartesi

Bir Metro olsun Retro’ya Giden


.

Efendim son zamanlarda bir eski yıllar modasıdır gidiyor. Aslında bu daha harika çünkü,millet artık kendinden bile sıkıldı-bana göre-. Bir yenilik istiyorlar ve bunu eski yıllara dönüş olarak yapınca mutlu oluyorlar. Yeni ile eskiyi karıştırayım dedim.

Son zamanların modern ulaşım aracı olan metro olsun. Retro diye bir semte gitsin. Orada da caddeler olsun. Daha doğrusu sokaklar. 20,30,40,50,60,70,80,90 ve Millenium’un 2003’e kadar olan kısmı olsun. Her durakta duran metroda mesela 20’li yıllara gelince o dönemin popüler müziği çalsın,kim devletin başındaysa her yerde onun resimleri olsun. Iphone kullanmak falan yasak olsun,herkes o anı kendisi yaşasın paylaşmasın.

30’lu yıllarda ne vardı bilmiyorum ama aslında 20’li yıllarla birleştirilebilir,evet bence öyle olmalı. 40’lı yıllarda da aynısı olsun, 50-60’lı yıllara gelince Elvis Presyley çalsın,eğer iyi ve uslu biri olursanız belki Ali Kaptan’ı bile dövebilirsiniz.

70’lere gelince. En çok uğradığım yer bura olurdu sanırım,şimdi ki robot tekno müzik değil ritmli dans müzikleriyle bir güzel dans ederdim bir de kıyafetleri ah ah. 18. Yaş partimi öyle yapmak istiyorum ama bakalım.

80’ler uğrardım ama çok takılmazdım,uzak dursun benden.

90’lar,Hit Me Baby One More Time diye dans ederdiiim !

2000’ler BritneySpearizm ! Ricky Martin Livin’ La Vida Loca. hahaha.

Böyle bir şey olsaydı güzel olmaz mıydı? (:

12 Mart 2011 Cumartesi

Jazz'ın Prensesi Olmak


Biliyorsunuz kendime MJP yani MissJazzPrincess diyorum. Nereden geldi bu isim onu yazmak istiyorum. Bizim evde müzik çok farklı bir boyuttadır. Herkesin içinde böyle bir gizli müzik aşkı var,herkes dediğim bütün aile. Babamdan başlayım. Ankara'da gazinoda hem gitar hem de bateri çalmış. O sırada gündüzleri de ODTÜ'de okuyormuş. Geceleri ise gazinoda. Türk sanatçılardan bayağı birilerine çalmış. Gitar ve bateriyi kendi kendine öğrenmiş. Plakları sever,arşivleri,arşiv oluşturmayı. Beste programı vardı beste yapardı. Bizde bu müzik genetik galiba. Babamın dedesi keman yapar satarmış,dayıları İstanbul'da bir orkestra'da baş tromboncular.
Nerede kalmıştım? Ha,babamda. Evet babam tam bir arşivci,eski müzikleri dinleyen ve yeni kuşaktan neredeyse nefret eden bir insan. Bunu ablama da bulaştırdı. Ablamdan da bana. Aslında şikayetçi değilim bu durumdan. Ablama 70lerin yabancı ve türkçe müziklerini dinletti küçüklükte. Ablamda şu an tam bir 70ler tutkusu var. Dansı,disko müzikleri,kıyafetlerinden tutun hepsine kadar. Şimdi bizim evin 3 müzik kuralı vardır; 1- Demet Akalın 2-Serdar Ortaç 3- Tan. Bu 3 ünü dinleyemezsin. Sana dinledin mi garip gözle bakarlar. Ha arkadaş gelir o sever o zaman eşlik edersin ama onun dışında dinlemen pek mümkün olmaz. Annem Enbe Orkestrası falan sever ama o da Demet Akalın gibi şeyler dinlemez..
Burdan gelelim bana. Gerçi ben biraz özgür yetiştim ama. Şimdi bende o 3 kişiyi dinlemem. Hatta istesemde dinleyemem. 4 yaşından beri yabancı müzikle iç içeyim. Arada Türkçe ihtiyaç duysam da onlarda ancak Kenan Doğulu falan oluyor. Bende eski müzikleri dinledim çoğunlukla. Mesela Pink Floyd. Hatta felsefe dersinde sınıfın tek Pink Floyd dinleyen kızı olarak "Wow" gibi tepkiler aldım. Şu an belkide yaşım gereği modern müzik dinliyorum. Gerçi onlarda Muse,Coldplay,Hypnogaja,30 Seconds To Mars,Alicia Keys ve Amel Bent.
Buradan gelelim Jazz'a. Nasıl başladı? Tabii ki babam ! Yine ve yine. Dave Brubeck,Herbie Hancock,Spyro Gyra'yı bana kim alıştırdı zannediyorsunuz? Tabii ki de o (: . İyi ki de alıştırmış,kaliteli müzik dinleyince bir başka oluyor insan. Bu konuda belki kendimi beğenmişim,belki çok övüngenim ama bundan asla vazgeçmeyeceğim. Böylece ismimin de prenses anlamına gelmesiyle JazzPrincess oldum.
Bu arada; Piyano tutkusu hiç bitmez bende. MissPianoJazzPrincess'ım artık =D